Bu konudaki ilk yazımı buradan okuyabilirsiniz.YEMEK SEÇMEYEN ÇOCUK YAPIMI Aslında yazdıkça başka şeyler de geliyor aklıma. Onları da bir sonraki ‘Yemek Seçmeyen Çocuk Yapımı’na saklayarak devam yazısı için buyursunlar…
Geçiyor sevgili anneler. İnanın geçiyor. Hayatta hiçbir aşırılık, anormallik sonsuza kadar kalmaz. Her şeyin bir zamanı var. Geçiyor. Tarifsiz yemek yapamazdım. Şu an geldiğimiz noktada müthiş uydurma ama lezzetli yemekler yapan bir anneye dönüştüm mesela. Belki de sizin aşçılık becerilerinizi geliştirmek için böyle davranıyorlardır olamaz mı? Hiçbir şey tesadüf değildir. Kızıma bir teşekkür borcum bile olabilir. Ne oldu da, bende bir ışık yandı? diye sorarsanız eğer, Ela bu kadar hiçbir şey yememenin üstüne kabız oldu. İlaçlar da çözüm olmayınca etkili bir şeyler yapmak gerektiğini düşündük. Çünkü rahatsızlığı yediği daha doğrusu yemediği yemekler yüzündendi.
Kitaplarda “Alternatif yapmayın!” ,“ Aç bırakın!” şeklinde oldukça katı cümleler göreceksiniz. Yara sahibinde sızlar misali, yap yapabilirsen. Çocuk gün boyunca ağzına hiç bir şey sokmamış. Sen anne olarak deliye dönmüşsün. Üzüntünü nasıl yansıtacağını bilemeyip, belki de çocuğunu üzmüşsün. Gel de böyle bir durumdayken alternatif yapma. Yani illa ki sevdiği birşeyle “ Boğazından iki gram bir şey geçsin.” diye düşünüyorsunuz ister istemez.
Bir bebek ya da küçük bir çocuk bizim söyleyebildiğimiz gibi “Bugün canım omlet istemiyor, pancake yapalım.” diyemiyor. Hadi alternatif yapma bakalım. Ya da karnabahar mesela. Belki de yemeyeceği şey değil ama sürekli sulu yemeği yapılıyorsa o sebzeye de çocuğa da hiç fırsat vermiyoruz gibi geliyor bana. Dolayısıyla yenmeyen ya da yeni sebzeler bizim evde önce çorba daha sonra da köfte olarak vücut bulur.
Demek ki ilk ve en önemlisi çocuğumuzun hoşuna gidebilecek yemekler yapmak. Ya da malzemeleri sevebileceğini düşündüğümüz formlara sokmak. Burada biraz yaratıcılık gerekiyor. Ya da sitedeki “Bebek dostu tarifler” bölümünden yapılmışını bulmak da mümkün tabi ki. Kendimden örnek vermeye devam edersem eğer benim kızım kuru gıdalar sever. Sulu yemekleri mümkün değil ağzına sokmazdı. Sokmazdı diyorum çünkü artık yiyor. Bu noktaya nasıl geldik? Ben öncelikle sevebileceği yemekleri daha kuru yemeklere dönüştürdüm. Örneğin brokolinin yemeğini değil köftesini yaptım. Pazının kıymalı, pirinçli hiçbir yemeğini yemezken ben pazıyı fırında mücver yaptım. Kek deyip bayıla bayıla yedik.
Yaptığım en akıllıca şeylerden biri de ona özel yemek yapmayı bırakmaktı. Çünkü Ela et yemiyorken kendimize et pişirip ona köfte yapıyordum. Böylece bizim yediğimiz yemeklerin tadına dahi bakma gerekliliği duymuyordu. Sanki elle tutup gözle göremeyeceğimiz bir şekilde gizliden “Bu yemekleri yeme zaten senin sevebileceğin şeyler değiller.” demiş oluyorduk. Sonuçta ona özel yemek yapmayı bıraktım ama lafta tabii. Şöyle ki; yemekleri hep onun sevebileceği şekillerde yaptım. Aslında hem Ela bize hem de biz Ela’ya uymuş olduk. Evde her gün farklı yemekler pişiyor. Aile bireylerinin hepsi de bu durumdan memnun. Enginar mesela bir de fırında pane deneyin. Hiç ıspanak köftesi olur mu? Vallahi oluyor. Hem de çok lezzeli oluyor. Üstelik bu yemekler normal sulu yemeğini yaptığınızdan fazla vaktinizi almıyor. Hatta daha kısa bile sürüyor olabilir. Bir de hep böyle olmayacak tabiki. Birkez o sebzeyle/ yemekle ilgili önyargılarını törpüledikten sonra orta yol bulunabiliyor.
Çocuğumuzun sevebileceği yemeği yaptık. Sofraya getirdik. Şimdi ne yapacağız? O yemeği ballandıra ballandıra yiyeceğiz. Çocuğumuzun tabağına da koyacağız ve isterse yemeyebileceğini ama çok lezzetli olduğunu söyleyeceğiz. Dikkat edin. “Çok sağlıklı, çok faydalı, çok büyütüyor.” gibi bir dış motivasyon sözü söylemedik. Böylece hem bize göre lezzetli olduğunu söyledik. Hem de bir şeyi sırf sağlıklı diye yemesi gerektiği mesajını vermedik. O yemeği lezzetli bulduğu için yemesini istiyoruz. Bir de şöyle düşünelim. Empati yaparak örneğin çocuk ıspanağı sevmiyor. Biz diyoruz ki “Ama çok faydalı.” Çocuğun kafasında ne kalıyor olabilir? “ Sağlıklı şeyler aslında lezzetsizdir.” Biz yetişkinlerin bile böyle bir önyargısı yok mu? Şeker yoksa bir tatlıda, sağlıklı ama lezzet? O da yoktur şimdi onda. Neden? Yağsız, tuzsuz, şekersiz ya kesin kötüdür.
Diyelim “ıh ıh yemeyeceğim.” dedi. B planı devrede. Böyle durumlarda dedim ki “ İstersen yeme ama tadına bakmalısın. Beğenmezsen yutmak zorunda bile değilsin. Çıkarabilirsin.” Böyle sevimli sevimli “ıh ıh” yazdığıma bakmayın. O anlarda sofrada bir kaos ortamı oluyor. Ağlamalar, rüşvetler, inatlaşmalar havada uçuşuyor. Bu ağlamalar arasında elimle çatal son bir gayret söyleyiveriyorum o sözleri. Aman Tanrım. Sanırsınız sihirli değnek değdi. Ağlama kesiliyor. “ Ne? Çıkarabilir miyim?” diye mi düşünüyor nedir. Hemen devreye Formül Yayınlarından “Büyüyorum” kitabındaki replik giriyor. BÜYÜYORUM“ Büyük çocuklar ‘İstemiyorum!’ demeden önce tanımadığı yemeklerin tadına bakarlar. “ İşte can evinden vurduk çocuğu. Zaten o da tam ‘büyük çocuk’ olmak istiyordu. Başta çatalın ucuyla dahi alsa kafi. Zorlama asla yok. Ama “ Sevdin mi? Yemek kötü değil. Senin sevebileceğin yemekleri tahmin edebiliyorum.” gibi alttan mesajlar vermek serbest. Şimdi kendisi benim dediklerimi söyleyerek “ Kötü değil, tadına bakmalısın, büyük çocuk oldun.” gibi kendi kendini motive ediyor. Benim bir şey söylememe gerek kalmıyor. Ha tadına baktı sevmedi mi? Gerçekten “ Yemek zorunda değilsin.” diyoruz ve anne-baba olarak bunu kendimize dert etmiyoruz. Kafamız rahat. Çocuk da bunun bilincinde. Ama bunu bir sonraki yemekte kullanmıyor. Yani yine tadına bakması gerektiğini biliyor. O yüzden bunu başardık yazısı olarak yazabilirim. Çünkü hedefim bunun ötesinde bir şey değildi.
“Mutfak” bir çocuğun gelişimini destekleyebileceğiniz en güzel yerlerden biri. Hazır yemek de istemiyorken fırsat bu fırsat. Günlük yaşam becerisi destekliyoruz deyip sokun mutfağa. Yumurta kırsın. Tuz eklesin. Hiçbir şey yapmıyorsa verin eline bir kaşık, yemeği karıştırsın. Akşam da gururla anlatsın babasına “Bu yemeği biz yaptık. İçine şunu koydum. Bunu karıştırdım.” diye. Ela şu an pancake tarifi verebilecek kıvamda. Hem de gerçekten kaptan kaba aktarma becerisi, tane kavramı, sayı kavramı, küçük kasları vb. bütün becerileri ve gelişimi aynı anda destekleniyor. Kendi yaptığı yemeği yemeye de tabii ki daha hevesli oluyor. Burada babalara çok iş düşüyor çünkü çocuğun yaptığı şeyi pekiştirme görevi onlara düşüyor. Nasıl harika bir yemek yaptığını, çok lezzetli olduğunu, yine yapmasını falan söyleyip motive etmek gerekiyor.
Yiyor dedik ama ne kadar yiyor acaba? Bu da önemli başka bir soru. Kabaca 1 yaşındaki bir çocuk sofradaki her yemekten 1 er yemek kaşığı, 2 yaşındaki çocuk 2 şer yemek kaşığı minimum yemesi gerekiyor. Dolayısıyla ana yüreği bu biliyorum tabak dolusu da yese bize kuş kadar yemiş gibi gelecek ama beklentimizi gerçekçi tutmak çok önemli. Çünkü aksi bir durumda mutsuz olursunuz. Yaptığınız yemeği tabak tabak yemesini hayal edip kendi kendinizin motivasyonunu baltalamayın. Unutmayın ki bir zamanlar o bir kaşığı bile yemiyordu. Şimdi tadına bakıyor. Yiyor. Daha ne olsun. Zaferinizin tadını çıkarın.
Bir de “ Fasulyemi beğenmiyor.” gibi bir söylem var ki hiç gerek yok. Gerçekten ‘annesinin yemeğini’ beğenmediği için değil o yemeği yemek istemediği için yemiyor. Gereksiz alınganlıklarla beyninizi meşgul etmeyin. Çünkü içine heves, gerçekçi beklentiler, zafer gibi şeyler sokmaya çalışıyoruz. Kaygılar ve alınganlıklarla dolu olursa tüm ihtişamıyla dışarı çıkmak için sabırsızlanırlar ve en ufak bir ‘yemek krizi’nde masaya dökülüverirler. Çocuğumuzla iletişimimizde büyük boşluklar yaratabilirler, istemeyiz.
Son olarak çok sevdiğim bir kitap önerisi de yapayım. Çocuğu yesin yemesin her annenin bir defa okuması gerektiğine inandığım Carlos Gonzales, Çocuğum Yemek Yemiyor kitabı. Her cümlesinin değerli olduğu nadir kitaplardan biri. Keyifli okumalar.
One Comment Kendi yorumunu ekle