EYVAH! ÇOCUĞUM BİR SOSYAL KELEBEK DEĞİL.

Evet. Başlıktan da anlayabileceğiniz üzerine konumuz çekingenlik. Peki çekingenlik ya da utangaçlık bir sorun mudur? Kimilerine göre bir sorundur. Neden? Çünkü girişkenlik ya da dışa dönüklük daha çok kabul görür de ondan. Çünkü aslında bu da bir toplumsal yaptırımdır. Öyle olmak gerekir. Olmadığın zaman hemen etiketleniverirsin ve bir sorun vardır.

Şimdi madem çocuklar ebeveynlerinin birer aynası. O zaman aynayı kendimize tutmanın tam zamanı. Düşünüyorum da anne çok girişken bir insan sayılmazsa. Ha keza baba da öyle diyelim. Peki bu aileden bir sosyal kelebek çıkar mı?  Diyeceksiniz ki “E aynı anne babadan doğma iki kardeşin biri girişken biri çekingen olabiliyor ama?” Olabiliyor tabii ama o anne baba aynı mı davranıyor acaba? Elbette hayır. Davranmasın da zaten. Çocukların eşit davranılmaya değil, kişiliklerine uygun davranılmaya ihtiyaçları vardır. Eşitlik adaletsizlik doğurur. Kavga ediyorlar diye söylenen “odana git.” sözü; birinin ödülü olurken diğerinin cezası olabilir. Mizaç bunu belirler. Neyse bu başka bir tartışma konusu belki kardeş kıskançlığında irdelenebilir. Söylemek istediğim ihtimaller her zaman var tabii ki. Ama bizler farkında olmadan ya da istemeden de olsa bu duyguları onlara aşılarız.

Ela yaşıtlarına göre girişken bir çocuk değil. Peki her ortamda mı böyle diye düşündüğümde aldığım yanıt hayır. Ne değişik? Nedir benim çocuğumu belirli ortamlarda çekingen yapan? Düşünüyorum. Düşünüyorum. Durmadan düşünüyorum. Neden düşünüyorum? Çünkü ebeveynler kendi çektiği sıkıntıları evlatları da yaşasın istemezler. Çünkü bir şekilde kabul görmüyor işte. Düzeltmek mi gerekiyor? Diye düşünüyor insan.

Hal böyleyken Ela’nın bazen babasıyla birlikte bir sosyal ortama girdiğinde bambaşka davrandığını öğreniyorum. Eşim “Ayşe’yle tanıştı. Fatma’yla oynadı. Mehmet’le saklambaç oynadı vb. benimleyken hiç seninle olduğu gibi değil” minvalinde bir şeyler söylüyor. Hatta sadece eşimden değil o anda orada olan tanıdıklarımdan da aynını duyuyorum. Buyur buradan yak. O gün dedim ki “demek ki yeterince iyi bir oyun arkadaşı değilsin ki çocuk başkalarına ihtiyaç duyuyor.” Tabii ki işin şakası. Çocuklar bırakın farklı ortamlarda farklı davranmayı aynı ortama farklı insanlarla girdiğinde bile farklı davranabiliyor. Neden? Çünkü bir başkasıyla iletişim kurmayı da sizi izleyerek öğreniyorlar.

Bu bir mizaç. Tahminim bir yere kadar değişiklik yapmak mümkün. Ama insanın içinden gelen bir iç güdü nereye kadar evrilebilir, değiştirilebilir, bilemiyorum. Her neyse ben de bu toplumun bir parçası olduğuma göre buna bir son vermem gerektiği yanılgısına düştüm. Ela’yı bir oyun grubuna götürmeye başladım. Kurumdaki eğitimci 3 ay sonra her şeyin bambaşka olacağını söyledi. Çeşitli sebeplerden 2 ay kadar gidebildik ama değişti. Bu sadece oyun grubunun bir başarısı değildi elbette ama yaşıtlarıyla bir arada olmak kızıma iyi geldi. Sonrası mı? 1 ay ara verdikten sonra başka bir oyun grubuna gittik. İşte o zaman Ela girdiği ilk andan itibaren inanılmaz bir performans gösterdi ve oradaki Ela’yı hiç tanımayan eğitimciler 1 aya kalmadan ebeveynsiz oyun grubuna katılabileceğini söylediler.

Aslında çekingen bir çocuk olmakta yanlış bir taraf yok ama toplumun böyle bir beklentisi var. Kimi çocuk en yakınının onaylamadığı biriyle konuşmak istemez. Bu gayet doğal değil midir? Neden her çocuk bir yabancıyla konuşmak zorundadır gibi hissediyoruz ki? Çocuk bağlılık hissettiği çevreden olmayan birine -yani bir yabancıya- pekala bir adım geri durabilir. Bizler de geri durabiliriz. Ben duruyorum örneğin. E ben böyleyken yavrumdan ne bekliyorum? Üstelik benim onaylayıp, güvendiğim birine kendisi aynı duyguları da beslemeyebilir. Elektrikleri tutmayabilir.

Ben onu böyle de kabul ediyorum. O, katıldığı oyun grubunda aynı insanları belirli bir zaman diliminde tekrar tekrar gördü ve kendi güvenlik çemberine aldı. Çekingenliğini yendi mi? Pek sayılmaz. Halen yeni ya da nispeten yeni ortamlarda aynı davranışı sergileyebiliyor. Çünkü bazen benim çocuğuma zaman gerekiyor. Güven gerekiyor.

Hani her çocuğun kendi gelişim temposu vardı? Hani her çocuk farklıydı. İş buraya gelince tek tipe indirgemeye çalışmak neden? Çocuğu zorlamaktan başka bir şey değil. Burada çözüm. Ruhunu özgür bırakabilmek ve kabullenebilmekte sevgili anne. Herkes aynı olsaydı yaşam ne kadar keyifsiz olurdu. Farklılıklar bu işin tuzu biberi. Utangaç bir deve kuşu yetiştirmek sana düştüyse hemen karalar bağlama.  Ürkek bir ceylansa kısmetin Dünyanın sonu falan gelmedi. O da öğrenecek elbet ama biraz yavaş olabilir ve senden göre göre öğrenecektir. Demek ki iş yine ve her zaman olduğu gibi sende bitiyor. Bu noktada kendini biraz zorlaman gerekebilir. Seni temin ederim ki bazı insanlar için bu oldukça zor bir şeydir. Nasıl bazı insanlardan bir anda tüm girişkenliğiyle bir sosyal kelebek olmasını beklemek zor ise bir çocuktan beklemek de aynı ölçüde hatta belki de daha zor olabilir. Bu nedenle sabır çok çok önemli. Ne olur parkta ortama ısınana kadar senin dizinin dibinde dursa? Ne çıkar falancanın kızı/oğlu kadar çabuk adapte olamıyorsa? Ben söyleyeyim. Hiçbir şey olmaz. Çünkü herkes bir olmaz. Ama işte o toplumsal değer yargımız bizi içimizde kemirir durur. İçinde bir yerlerde bir düğüm bir terslik olduğunu söyler durur. Sen duygularının yoğunluğuyla öylesine boğuşursun ki büyük resmi sıklıkla kaçırırsın. Belki de evladının en güzel özelliklerini görme fırsatını tepersin.

Ruhunu özgür bırakmak ve kabullenmek dedik. Burası çok önemli. Çünkü sevgili anne senin kaygı düzeyin arttıkça onunki de artıyor ve bilmeden istemeden utandırıyorsun çocuğunu. Parkta oynarken “Haydi sen de git. Gitsene ne bekliyorsun. Haydi git tanış. Ben gelemem git kendin sor.” vb. cümle kalıplarını incelediğimizde verdiğimiz mesaj net. ‘Utangaçsın ve bu istendik bir davranış değil. İvedilikle çözmeliyiz.’ Bu çocuk kendisinde bir sorun varmış gibi düşünebilir ve dahası daha da içine kapanabilir. Birlikte gidin. Birlikte bir oyun kurmayı teklif edin. Çocuğunuza biraz zaman tanıyın. Bu zaman belirsizdir. Reçete yazar gibi 1 aya kalmaz çözülür diyemem ama kabullendiğinizde ve bu artık sizin için bir problem olmaktan çıktığında süreç daha çabuk ilerler. Hazır olduklarında bir adım attıklarını göreceksiniz. Belki ürkekçe bir “merhaba” ama çok anlamlı.

Neden anlamlı? Çünkü sen istesen de istemesen de o anlıyor. Davranış biçiminin bir şekilde kabul görmediğini biliyor ve bunu değiştirmek için çaba sarfediyor. Bir süre sonra o da rahatsız oluyor ama her zaman elinden bir şey gelmiyor. Başarısını takdir edin. Bu onun çekinme iç güdüsünü bastırmaya ya da bertaraf etmeye yardımcı olacaktır.

Senin liderliğine ihtiyacı var. Çünkü sen çevrene ne kadar güveniyorsan onun da o kadar güvenme potansiyeli olduğunu göreceksin. Bu bir içgüdü dedik. O halde genetik yatkınlıktan da söz edebiliriz. Dolayısıyla bu çocukların daha çok çaba göstermesi gerekecektir. Ama ihtiyaç duydukları güç ona bakım veren kişidedir. Yetişkin, bunu bir doğal süreç olarak görüp, kabullenip yoluna devam etmek yerine eksiklik olarak görürse çocuğunda aynı hissetmesi işten bile değildir. Onu kendi iradesinden kuşku duyar hale getirmek istemezsiniz değil mi?

Bazen Ela beni çok şaşırtıyor. Hiç tanımadığı birine gidip “ Merhaba. Benim ismim Ela. Senin ismin nedir?” diye soruyor. Karşı taraf eğer yaşıtıysa genel de cevapsız kalabiliyor ya da ürkekçe bir merhaba. Bazen de sözsüz bir selamlaşma. O zaman o çocuğun annesini görüyorum. Görüyorum derken gerçekten hissedebiliyorum. Çünkü zaman zaman ben de yaşıyorum. “Maşallah ne kadar konuşkan. Girişken.” diyorlar. Arkasından “ Anneciğim. Cevap versene. Adım Ayşe desene.” Gittikçe daha da talepkar hale gelen anne çocuğunu daha da kabuğuna gömüyor. Şimdilerde hiç ihtiyaç duymuyorum ama önceden bu sahneyi yaşadığımda mikrofonu kendime tutulmuş gibi görüp “Sanırım cevap vermek istemiyor. İsmi Ela.” diyorum. Bazen de adını bile söylemiyorum. Çünkü kızım da ben de mecbur değiliz. Ona da aynını söylüyorum. “ Evet. Söylemek istememiş olabilirsin. Bu çok normal. Söylemek istediğinde söylersin.” İşte bir sihirli değnek. “ Hıım. Tamam annecim. Söylemek istediğimde söylerim.” Bazen hala aynı ortamdaysak gidip söylüyor bazen de hiç tercih bile etmiyordu. Ama ne yaptık burada? Ona saygı duyduk. Kendisiyle ilgili bilgi verme ya da vermeme özgürlüğünü tanıdık. Zorlamadık. Utandırmadık. Gücendirmedik. Bir sonraki sosyalleşme ritüeli daha başarılı geçebilir. Peki Ela’nın tanışmak üzere gittiği kişi kendinden büyükse ne oluyor? Çok nadir cevap vermeyenlere rastlamakla beraber içten bir “ merhaba” duyuyor. O zaman “Anne. İsmi Fatmaymış.” Diyor ve bir sonraki adımı atmak için daha da cesaretleniyor. Çok geçmeden kendimi bankta kızımı az önce tanıştığı biriyle saklambaç oynadığını bazen de ona sarılmak için izin istediğini izlerken görüyorum.

Demek ki her zaman senin güven duyduğun insanlara gitmek için güçlü bir istek duysa da bu konuda kendi iç sesi de var ve benim yaydığım bir negatiflik yok ki çeldirici bir unsur görmeyince özgürce davranabiliyor.

Sosyalleşme, kişinin içinde yaşadığı toplumun bir üyesi olma süreci ise her çocuğun sürece yaklaşımı ve temposunun da farklı olabileceğini görelim ve kabullenelim. Gerisi çorap söküğü gibi gelecektir. İnanıyorum.

img_0986 cocuk-gelisimi

 

2 Comments Kendi yorumunu ekle

  1. Derya Mamat dedi ki:

    Yine harika bir yazı👌

    Beğen

    1. selinyüksel dedi ki:

      Begenmene sevindim.😊

      Beğen

Değerli yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz